Kültür

aynur uluç ile sanat üzerine...

yazar, çizer, şifacı aynur uluç ile sanat ve hayat üzerine söyleştik... bir baktık aktıkça akan bir muhabbet olmuş... buyrun gelin birlikte olsun...

25 Mayıs 2017 Saat: 08:55
aynur uluç ile sanat üzerine...
aynur uluç ile sanat üzerine...

-sevgili aynur uluç sanatın bir çok alanıyla birden ilgilendiğinizi ve farklı alanlarda üretimler yaptığınızı biliyoruz. bu anlamda sohbetimize "sanata nasıl bakıyorsunuz" diye sorarak başlasak ne dersiniz?

- güzel olur derim. ben çizerken de çiziklere bakarken de; yazarken de, şiirlere bakarken de nasıl olmuş diyen bir gözle bakmıyorum diyerek başlayım ben  de o hâlde. bir akademisyen gibi teknik gözle gezmek değil hiç ama hiç bir şey bilmez gibi bakıyorum baktığım şeye. neredeyse "hayret"le diyebilirim... bende nereye varıyor nereye dokunuyor üretilen. beni bir hâlden bir başka hâle geçiriyor mu; ya da tersinden söylersem; yaptığım/ yazdığım şey göreni/dokunanı bir hâlden bir başka hâle geçiriyor mu... kendisinde düşen izi mi anlatıyor gören; şurası şöyle burası böyle mi diyor yoksa teknik tarafından... bu demelerin ne kadarı yapan kişiyle, ne kadarı bakan kişiyle ilgili ben bunlara bakıyorum artık. bunu anlamaya çalışıyorum yol bilgisiyle... ne kadarsa bilgim o gün; baktığım açı da hâliyle o kadar oluyor, ama bereket versin ki meraklı olanlar için bu açı her geçen biraz daha açılır.

-deniz bilgen ile yaptığınız söyleşinizi okumuştum. orada çok naif bir dile getiriş de olsa şiddetli bir karşı çıkış vardı. diyordunuz ki "şiir şairlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir..." bu ilginç bir cümle. kendi içinde sıkıntı da getirebilir pek çok açıdan...

-evet güzel yerden girdiniz konuya. en sevdiğim söyleşilerdendir sevgili deniz ile gerçekleştirdiğimiz. ilk kez tüyap'ta tanışmıştık sevgili deniz'le... ben kendimi kaptırmış kitaplarımı çiziyor, boyuyorken yanıma gelmiş ve "farkında mısınız siz çizerek bir masal anlatıyorsunuz" demişti. evet, farkında değildim o söyleyene dek... hayatın içinde olunca sanat sanırım en çıplak haliyle geziyor. ben her kitabıma bir resim yapıyordum. kitabın başında iki sayfayı bilerek boş bırakmıştım ve o iki sayfaya her okur için ayrı bir resim çiziyor, boyuyor, etrafına dönerek dizeler nakışlıyordum.

-yapıyordum dediniz, şimdilerde artık öyle yapmıyor musunuz? sadece o döneme mi özeldi renkli imzalar?

-aa yok, elbette sürüyor.. ben az önce resim çizmeyi fark edişimi anlattığım için geçmiş zaman dili kullandım. yoksa halâ boyuyor, çiziyor ya da okura nehir mektuplar yazıyorum, kişiye özel olduğu kadar bir yanıyla birbirini de izleyen mektuplar... boyama konusuna dönecek olursak, bu her bir okur için ayrı bir renk, ayrı bir hediye oluyor benden o okura giden. ama o okurdan da bana gelen hediyeler de diyebiliriz tersinden. çünkü o biricik an her okur için biricik olduğu gibi, her birisini yeniden duyumsadığım için benim için de biricik olarak yaşanıyor. ve o yüzden eğer mümkünse o yaptığım resimlerin bir fotoğrafını çekerek kendimde de hatıra kalmasını sağlıyorum. belki bir gün sırf bu hediye sayfalardan oluşan bir sergi bile olabilir... neden olmasın... evet, deniz'den ve çizerek anlattığım masallardan söz ediyordum. deniz'in siz bir masal anlatıyorsunuz deyişi içinde olduğum düşü fark etmemi sağladı. ne ilginçtir ki ben kendimi kaptırmış gidiyordum. ve her çizdiğime kendimden bir parça koyuyor ve usul usul bir yol gidiyormuşum bunu fark ettim o cümlesiyle... bir rüyadan uyanır gibi baktığımı anımsıyorum yüzüne... masalları kendime de anlattığımı spiral spiral içinde kaynaklardan iç sularımı nasıl fışkırttığımı gördüm, anladım. neler neler çizmişim.. bakmaya başlayınca gördüm hepsini.. ve çizdiklerimde iz sürmeye başladım.. aynı yazdığım şiirlerin izini sonradan içimde sürdüğüm gibi daha önceleri.

-evet,sizin ilk yola çıkış mecranız sanırım şiir ve yazı... resim bu şekilde başlıyor ve dahil oluyor, sanırım sürece.

-şiir de resim de sanat olmak için yapıldığında sahiciliğinden çok şey kaybediyor. o yüzden ben hangi alanı olursa olsun sanatı güncel pratiklerimiz içinde yaşamayı işlevsel buluyorum. çizimlerimde kendimle birlikte yol almayı seviyorum. böylece bedenimi ve ifademi de gittikçe daha yakından tanıyıp kendi içinde saflaşması yolunda kendime yardım etmiş oluyorum. ki o genişleyen bakış yeniden beni yoğursun:) öyle olunca hiç bir alan diğerinden kopuk olmuyor.yazı macerası ise www.kitapeki.com sitesinde faal olarak sürüyor. belli periyotlarla orada kitaplara ve/veya şair/ yazarlara dair bana değdikleri yeri açtığım yazılar paylaşıyorum. derdim o kitapları kişileri tanıtmak değil, okura dokundurmak diyelim. ya da o kitaplarda kendi yüzümü arıyorumdur belki de... kendi yüzümde başka yüzlerin izini...

-siz böyle deyince aklıma geldi, sayfanıza baktığımızda modellik yaptığınız fotoğraflar da dikkatimizi çekti.

-evet yolun modellik kısmı benim için çok yeni ve canlı bir süreç... ilginç sürprizler getirdi bünyesinde. sadece sözde değil, ifademde de şiir olabileceğini, anlatmak için illâ sözlere gereksinimim olmadığını fark etmiştim, bunu somutladım bu süreçte. daha öncesinde sevgili mustafa sütlaş ile seslerin inceliklerini, yaşamdaki ifade güçlerini, tıkandığı yerleri ve akıcılıklarını incelemiştik yıllarca... dişi sesi, dip sesi takip etmiştik. çok uzun muhabbetler ve yazışmalar yaptık onunla. şiirlerde, filmlerde aradık. kadınların ve erkeklerin üretimlerini bu gözle de inceledik. arşivler biriktirdik.. sonra bir yer geldi, söz'e tekrar baktım ben. söz'ün kalbini mi kırdım acaba, diyerek hakkını teslim etme sürecim oluştu yeniden...

sonra renkler girmişti hayatıma kitapları boyarken... fark ettim ve keşfettim derken skalasını... ve derken derken fotoğraf girdi... şu sıralar sevgili deniz bilgen'le fotoğrafların yolculuğunu yapıyoruz birlikte, acemiliğini, ustalığını içiçe geçirerek... hem öğreniyor hem öğretiyoruz birbirimize... önce kendi fotoğraflarımı resimlere çevirdim, sonra baktık resme de gerek olmayabilir illâ her seferinde. fotoğrafın kendisi bir anlatıcı zaten. "aynaya yansıyan nefesimizdir" isimli bir albümde toparlıyoruz şimdi... belki de yolun bu kavşağa kıvrılmasında renklerle yaptığım yolculuk da etkin olmuştur. sanatı hayatın içinde düşleyince ve işlerliğini gördükçe, hayatın hızı içinde üretilmesinin de gerekli olduğu ortaya çıkmaya başladı iyice. sabah yataktan kalkar kalkmaz diyelim en geçişken hâlinde, ya da diyelim bir mücadeleden yeni çıkmışsın, ya da çok keyiflisin; vapurda denize bakarak giderken olsun. işte o zaman aralığında fotoğrafını çekmek kendine atılmış bir kaçamak bakış gibi. gerek an farkındalığı deyin buna, gerekse beden farkındalığı; hepsinin o fotoğraf karesinde bir nefese dönüşüp yüzünüze üflemesine izin vermekle başlıyor her şey. bunu fark ettiğinizde zamanın ve mekânın önemi kalmıyor. bu anlamda "sanat her yerde" etiketlerinin artarak yayılmasını çok önemli buluyorum sosyal medyada. bu bir slogan cümle değil sadece, sanatı gerçekten hayatın her alanına alabildiğinizde, bileklerinizde yaşayan ve nabzınızda sizinle birlikte atıp duran bir şeye dönüşüyor. sanat her yerde olduğu gibi her anda da olabilir. yollarda seyahat ederken şiir'i bunca solumama rağmen bir türlü yanımda kâğıt kalem taşımayı akıl edemeyişim de bununla ilgiliymiş galiba. çünkü hayat size bir kâğıt bir kalem sunuyor bir şekilde. siz o hissedişi, o hissedişte doygunlaşmayı ve taşarak artık sizden çıkma an'ını fark ettiğinizde illâ bir kâğıt bulursunuz bir yerlerden. gider vapurun kantininden ister, şemsiye altında bir ağacın dibine çömelir yazarsınız gerekirse. akıllı telefonlar çıkmadan önceki şiir ve yazı maceram aynen böyle seyrediyordu.

-daha çok telefonda çiziyorsunuz sanırım şimdi çizgilerinizi...

-evet bir sergi deneyimim de oldu yakın zaman önce ancak aslen tramvayda, marmaray'da, vapurda yolda giderken telefonda çizmek, içinizin taştığı yerde açmak elinizin sütünü... ve enerjinizin dönüşmesinin aracı kılmak elinizi... nerede denk gelirse hayatın içinde orada... o anda...

oralarda çizme amacım bu değil ama söylemeden geçemeyeceğim; yolda izde çizerken kimseler dönüp göz ucuyla bile bakmıyor biliyor musunuz. herkes telefonda ya oyun oynuyor ya mesajlarını karıştırıyor ama hemen yanlarında rengarenk desenler çizen kadına kimse dönüp bakmıyor; oysa ben baksınlar isterdim. bana baksınlar, görsünler gibi bir ilgi isteği değil bu. bakın özel mekânlara ve özel titr etiketlere ve ayrılmış zamanlara sandığınız kadar da ihtiyacınız yok aslında üretmek için demek isterdim, ve o hevesi şırınga edebilmek konuşmasak da... çünkü hayatın anlamını arayan ne kadar fazla kişi olursak bulmamız o kadar kolaylaşır. her hayat birbirine değer bir şekilde... her bakış, her temas bir tohuma dönüşebilir. algımızı bir yerlerde hapsederiz fark bile etmeden. yetiştirilişimiz zaten algımızın önüne konulmuş prangalarla doludur. o yüzden sonradan giydirilmiş fazlalıklarımızı teker teker fark etmek ve teker teker sıyrılmak gerekir hepsinden... özümüze varmak ancak böyle mümkündür.

-aynur hanım sohbet güzel gidiyor ancak, kitaplarınızdan söz etmeyi nerdeyse unutacaktık.

-hah evet. unutabilirdik vallahi, çünkü artık aslolan değiller galiba algımda... ))))) o kitapların her birisine o kadar uzun yıllar uğraşırken aslında kendimi yoğuruyordum, benimle birlikte tek tek her cümlesini dert eden, emek veren arkadaşlarım oldu.. yol arkadaşlarımla birlikte yol almanın tadında taslaklara bakıyorduk. çok şey öğrendim o süreçte... yoluma kattım, bünyeme kattım hepsini. o anlamda benim de yazdığım kitapları unutma hakkım doğdu belki de. okuduğu kitabın özünü alıp adını unutan okurlar gibi... okurlar da varsın unutsun derim içindekini bünyelerinde bir yerle temas ettirebilmişlerse. adımı ya da kitabın adını unutmaları benim için önemli değil. isterim ki içindeki o yeşil elin hevesini duyumsasınlar ve kendi içlerine geçmesine izin versinler o hevesin. çünkü izin verdikleri şeyin kendileri olduğunu görmeleri benim için yeterli bir ödüldür... sanat hayattan koparılmaması gereken bir şey demiştim ya az önce; yolda izde tramvayda metroda marmaray'da çiziyor, yazıyorum demiştim ya. görseniz o kadar güzel oluyor ki, bazen ayakta ve o sıkışıklıkta çizmek... telefon cihazınızı çıkarıp sesi doğaçtan kaydedivermek... yol içinde yol... herkese tavsiye ederim ve derim ki, çıkarın ellerinizi ceplerinizden... bize değen şeyleri içimize kaynadığı yerden kabul edip kendi yorumumuzu katıp yeniden yoğurduğumuzda, ve bunu usul sakin estetik dışarı saldığımızda; işte o yol sürer, yola katılan her birimizde ayrı ayrı ve bütün olarak sürer. işte kıymet burdadır. sürekli yeni bir biçime evrilmesi de mümkünleşir işte o zaman sanatın ve elbette hayatın.

-belki de o yüzden fotoğraf ve modellik süreci başladı sanat gündeminizde. böyle diyebilir miyiz.?

-evet sanırım diyebiliriz. kendimde yolculuk yapmak ve yola kazınanları paylaşırken somutlamak benim için yolculuğu daha kıymetli yapıyor. ne kadar sadeleşirsem sadeleşeyim neticede poz verdiğimden söz edenler oluyor bazen, ya da "hah bu kez habersizmişsin aynur" gibi cümleler düşüyor yolculuğun yanına... oysa habersizlik ve haberliliği kendi içinde içiçe geçirebildiğimizde bambaşka bir yere çıkar yol... yani fazladan takındığımız her türlü ifadeyi, o ifadeyi alırken kaslarımızın gerginliğini, gevşekliğini fark edebildiğimizde başka bir pencere açılıyor önünüzde. bunu artık haberli olmak, habersiz olmakla açıklayamıyor oluyorsunuz. an'ın farkında olan ama aynı zamanda kendini salabilen bir duruş bu. orada olduğunuzu çok iyi duyumsadığınız ama yüzünüzün ve bedeninizin içinden geçen şiire kulak vermek için meraklı heveskâr bir dinleyici olmanız... size o şiiri versin diye yüzünüzü serbest bırakmanız... aynı o rengi ve şekli versin diye çizerken elinizi serbest bırakmak gibi... sonuna dair bir merakla sizin de hayret dolu bir izleyici olmanız, kendinizde iz sürmeye talepkâr ve hevesli olmanız gerek. bu kıpır kıpır heyecanın bir parçası olmayı istemeniz ta içinizden... çıkacak olan şey bir sanat ürünü olsun diye değil, sizden bir parça olacağını bildiğiniz için heyecanlanmak. amaç araç dengesini hiç yitirmemek kendi içinde... geniş bir kırda çiçekler arasında koşarken peşinizden gelecekler olursa ne alâ; birlikte koşmak da güzeldir ama gelmiyorlarsa da ne gam... tek koşmak da güzeldir, diyen bir özgürlük parendesi bu sözünü ettiğim yer...

ki anlatıcı rolünde şiirli müzikli olarak farklı yorumcu arkadaşlarımla yaptığımız etkinliklerde yaptığımız da bu. olabildiğince yalın ve içten bir ifade ile anlattığımız, müziklerle renklendirdiğimiz temanın hakkını vermek... sevgili meral demir ile kadın temasında çok özel dinletiler gerçekleştirdik. yine geçen yıllar içerisinde sevgili sezai sarıoğlu, mehmet tekirdağ, ahmet imran ve şenol morgül ile farklı kentlerde farklı etkinlikler düzenledik... gönlümden geçen, izleyicilerin de sadece izleyen olma rolünden çıkıp üretim sürecine aktif katılması ve bu oluşumları mümkün olduğunca hep birlikte deneyimlemek. ki bunun bir örneğini marmaris'te sevgili ayşegül dedeoğlu ile düzenlediğimiz ev toplantısında, son örneğini de 2016 tüyap kitap fuarında sevgili merih aşkın ve peyda yurtsever ile birlikte düzenlediğimiz etkinlikte gerçekleştirdik. etkinlik için bize ayrılan sürenin yarısında programımızı bitirdik ve dedik ki "arkadaşlar yolun bundan sonrasını birlikte gidelim mi." işlediğimiz tema üzerinden neler neler çıktı ortaya görseniz o sıcak ortamda, katılım çoğaldıkça resmen bereketlendi yol. ki keza fotoğraf çalışmalarında önce ali tanrısever ile şimdilerde deniz bilgen ile aynı şeyi fotoğraf üzerinden yapıyoruz, diyebilirim. ali ile yaptığımız çalışmalar mekân ve eylem zumları içeriyordu. akan bir eylem içinde geçmiş ve gelecek anlarını mekân ve şiir üzerinden şimdiyle buluşturuyordu. deniz ile olan çalışmalarımız ise daha farklı bir mercekten gösteriyor anda olanı. kendimi çekerek modeli olduğum fotoğraflara veya onun farklı mekânlarda ama oraya fotoğraf çekmek için giderek değil zaten biz yürümekteyken, oradan geçerken çektiği fotoğraflara düzenlemeler yaparak çok özel yorumlar getiriyor. ben sanat üretimlerini işte böyle birlikte bir hâl alınca seviyorum. birbirine eklenen şiirler gibi hayat benim için. ki şiirler de canlıdır diye düşünürüm ben.. aynı ağaçlar gibi, çiçekler gibi değişir ve dönüşürler. bir gün yaprakları kurur, bir gün bakarsınız bambaşka bir yerinden tomurcuk vermiş.. bir bakarsınız deri değiştiriyor, bir bakarsınız eski anılara el sallıyor... şiirler de hayat gibidir yani.. hiç bir şekilde yerinde durmaz..

-çok güzel bir söyleşi oldu, teşekkür ederiz.

-ben teşekkür ederim. kendimi ifade edebilme zemini yarattığınız için.

                                            Fotoğraflar: Filiz Hatioğlu, Deniz Bilgen

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız