ve işte o sabah füruğ’un bana kalan dediği çiçekleri düşünüyordum tam da…

füruğ ferruhzad’ın “tenha seda” isimli şiirini çevirmiştim yıllar önce ve yolun bir yerinde, birden karşıma bir şiir çıktı. aradan yılar geçmişti çeviriyi bitireli, ancak gel gör ki ben bu şiirden bir türlü kopamıyordum. belli ki halâ keşfedemediğim bir yeri vardı içime çengel atan. belli ki bir yerinde henüz içimdeki suyun çözemediği bir gerçeklik saklıydı. ve ben onu bulacaktım ansızın. ansızın karşıma çıkacaktı ve tanıyacaktı gözüm belli… işte, diyecekti; soru buydu aynur ve cevabı da bu. biliyordum sorusuyla cevabı birlikte gelecekti.öyle de oldu…

yıllar sonra sevgili sezai sarıoğlu çiçeklerde yolculuk yaparken diyordu ki şiirinde; “çok şey söylemiştim o gün çiçeklere/ tek cümle kurmuştu çiçekler bana:/ ‘koparıldığı her yer çiçeğin boynudur’/ torun nar duymamıştı; iyi ki duymamıştı/ düşündüm önce; yazdım ki sonra:/ çiçeklerin tarifi değil tarihi vardır…”

ve işte o sabah füruğ’un bana kalan dediği çiçekleri düşünüyordum tam da… ki denk gelen çiçekler de şiirlerde buluştu. diyordu ki füruğ, o tenha seda’sında; “bana kalan çiçeklerdir;/ kendini yaşamaya adarken can vermiş çiçeklerin kanıdır/ görmüyor musunuz.” işin gerçeği ben bu çeviriyi o gün düzenledim; çevirdiğim ilk hâli bu değildi.

“bana kalan can vermiş çiçeklerdir can vermiş çiçeklerin kanıdır görmüyor musunuz” demiştim yıllar önce ama birden o sabah kesti ya yolumu şiirler ve çiçekler. duy bizi, dediler ya; beni dürttü o dize… hayır, dedim can vermiş çiçeklerdir olmaz; olamaz, can vermiş çiçeklerin kanı değil füruğ’a kalan ve ondan bize kalan can vermenin kanı hiç değil… ona kalan çiçeklerdi… yaşamayı sürdüren çiçekler ölürken bile… ve ondan bize kalan da o çiçeklerdi…

çeviriyi yeniden düzenledim… evet, tam da o bereketli kanın yol alan ortak hafızadaki yürüyen yeriydi çiçeklerin tarihi… ve tarif edilecekse çiçekler buradan edilmeli.

çiçeklerimi aldım o sabah/ usulca kabul ettim/ kokladım ve size getirdim/ geçerseniz kapısından çiçek bir yoldu, yol bir çiçek/ çiçekleri koparmayınız.

Kitap Eki için tıklayınız: 

http://kitapeki.com/dunden-yarina-cicek-yolu/

http://kitapeki.com/

şair, yazar, ressam, anlatıcı, eczacı... ancak kendisi bu kimliklerin ifade ettiği anlamların sıkıştırılmış kalıplarının ötesinde, insandaki “başarı” hazzının başkasının başarısızlığı, mutsuzluğu üzerine kurulduğunu belirterek “eğer dünya daha yaşanılır bir yer olsun diye uğraşacaksak sanat bir yol, bir araç olmak zorunda. sanat, araya mesafeler girmediğinde hayatın içinde kalır, o yüzden etkin bir yoldur” diyerek anlatıyor sanata bakış açısını. ve ekliyor “sanatçı olmak gerekmiyor üretmek için...” niyet hayatı usulsakin yakalamak ve aynı şekilde doğallıkla çıktığı yerden ifade etmek olunca her yer üretim yerine, ele geçen her malzeme ayrı bir üretime dönüşüyor.

aynur uluç’un 2003’ten bu yana edebiyat dergilerinde ve gazetelerde yazıları ve şiirleri; 2013’te ‘gezi‐anı‐deneme‐öykü ve şiir’ türlerinden tatlar içeren ‘az gittim çok döndüm’ isimli kitabı, 2015'te beden-mekân-zaman ilişkisinin kadın dili ile ifadesinin yolculuğu olarak tanımladığı“yer yatağı” isimli şiir kitabı yayımlandı. kitaplarını imzalarken her okur için ayrı bir resim çizmesiyle başlayan çizme yolculuğu, yolda, izde, vapurda, otobüste çizdiği resimlerle devam ediyor. öte yandan şehir ve doğa sesleri üzerine bıraktığı doğaçlamalar da ayrı bir arşiv olarak birikiyor. zaman zaman farklı şehirlerde müzik ve şiirin iç içe geçtiği etkinlikler düzenliyor. kişiye özel yapma ilaçlar hazırladığı eczanesinde mesleğini halen sürdürmekte.