Güncel

Nalçacı: Doğanın tahribi sadece toprak değil tüm canlıların tahribidir

Okan Nalçacı gerek doğanın tahribi ve çevre talanı gerekse ÇED kararlarının durumu, gerekse de arazilerin tahribi nedeniyle tarımdan insanların nasıl el çektirildiğini verilerle anlatıyor.

20 Ocak 2018 Saat: 10:23
Nalçacı: Doğanın tahribi sadece toprak değil tüm canlıların tahribidir
Nalçacı: Doğanın tahribi sadece toprak değil tüm canlıların tahribidir

Kaş'ta havaalanı ve Kaş-Kalkan arasına yapılacak sahil yolu hakkında siber protestoları ile sosyal medyada çok konuşulmuş bir platform ile yapılan söyleşiyi paylaşmak istedik sizlerle.Kaş kolektiv adına basın sözcülerinden Okan Nalçacı gerek doğanın tahribi ve çevre talanı gerekse ÇED kararlarının durumu, gerekse de arazilerin tahribi nedeniyle tarımdan insanların nasıl el çektirildiğini verilerle anlatıyor. Nalçacı anlatımlarını bir cümle ile şöyle özetliyor: "Sosyo-ekonomik yapılar kırda çözülürken yeni oluşan sınıflar çevre felsefesini politikleştiriyor...Kısaca "ekoloji politiktir" 

Söyleşimize başlamadan Kaş Kolektiv hakkında bir soru sormak istiyoruz.Birkaç cümle ile özetlersen Kaş kolektiv nedir?Siber bir platform olduğunu söylerken bunun içeriğini biraz açar mısın?

Kolektiv hareket içerik olarak çok geniş ve kökleri tarihin derinlerine giden arkaik bir yaşama ve bilinç olma biçimi...Bireysellik mefhumunu kapitalizm bireyciliğe sürüklerken kolektivizm,meseleyi bireyin ortak paydaları belirleyerek ve farklılıkları koruyarak çokluğu oluşturma arayışıdır şeklinde özetleyebilirim.Kapitalizmin tüketim nesnesine dönüştürdüğü insanı Kolektivizm,ortak bilincin ve emeğin gerçek öznesine dönüştürmek için ona paydaş özne olma halini teklif eder.Bunu yaparken dikkat ettiği ana hassasiyet merkezi ve yukarıdan aşağıya didaktik söylemlerle sakat iktidar diline ve kodlar sistemine karşı çıkmasıdır.Kısaca kapitalizmin bireyi bir tercihmiş gibi sunmasına karşı çıkarak bunu sadece bir marketing stratejisi olduğunu bilerek asıl bireyin özgür tercihinin kolektivizm ile mümkün olabileceğini önerir. Kaş Kolektiv'de özetle açıklamaya çalıştığım bilinç akışlarına ve yaşama deneylerine değer veren bir platformdur.

Son dönemlerde bu tür nispeten yeni mücadele biçimleri üzerine birazda tepeden bakan hatta küçümseyen bir anlayışın olduğunu biliyoruz.Bu konu sizin ve sizin gibi düşünenleri nasıl etkiliyor peki?

Ben bu tür kinik eleştirilerin çok fazla kritik şansı olmadığını düşünüyorum.Bu bir kritik değil çünkü teorik bir temeli de yok..Sahte isimlerle fb da hesap açarak siber röntgencilikten teknoloji korkusunu aşamamış bir dolu karakter var.Matrak olan şey zekayı işin dışında tutarak duygusal karşı oluşlar ile egolar konuşuyor.Siber aktivizm konusu ortodoks mücadele metodlarını savunan bir kesimin eleştirileri ile yoluna devam etti.Kafalarda talihsiz bir imaj vardı.Yani bir takım cingöz siber gerillalar oturdukları yerden sokağın alternatifi bir mücadele biçimini belirleyici bir mücadele biçimi olarak dikte ederek gündemi sakatlıyor, pasifize ediyor sanrısı taşıyorlardı.Yani biraz önyargılı bir görüş biraz fazla filmatik bir algılama harmanı ama maddi temeli yok..Çünkü siyasal mücadeleler de geleneksel yöntemlerin yanında yeni yeni direniş metodları da gelişiyor.Burada hangi mücadele metodu temel hangisi tali gibi bir derecelendirme yerine orkestrasyona odaklanmak gerektiğini düşünüyorum.Yani ülkemizde sözü edilen klavye aktivistleri vs türünden yergiler boşa enerji kayıpları oluyor.

Bu kompartman halinde algılama sendromu aşılıyor yavaş yavaş.Önemli olan trenin gittiği istikamet...

Asıl konumuza gelirsem Batı Akdeniz üzerinde canhıraş bir doğa katliamı var.Özellikle Antalya bölgesinde çok büyük çapta rant operasyonu için ardı arkasına projeler açıklanıyor.Bu konuda düşüncelerini öğrenebilir miyiz?

İktidar siyaseten çözülürken kitle tabanına hormonlu projeleri ile biz hala büyük projelere imza atacak güçteyiz imajı vermeye çalışıyor.Bu kanal İstanbul projesi içinde böyle Antalya'da Konyaaltı sahil projesi, Boğaçayı veya Lara Kruvaziyer Liman projesi içinde farklı değil.Bölgemizde yapılması istenen duble yol, viyadük yada bağlı olarak tünel inşaatları siyaseten projeleridir.Kamusal fayda açısından hiçbir tutarlılığı yoktur. İktidar süresi boyunca giderek şirketleşen bir partinin ticari bir faaliyet için çevreyi talan etmesidir.

Bu sözünü ettiğin bölgenin bu kadar cazip hale gelmesinin nedenleri sence nelerdir? Ayrıca zarar edileceği bile bile büyük sermaye hareketlerinin bu girişimlerini nasıl açıklıyorsun?

Burada hanesine zarar yazılacak bir kesim varsa o da halkın ta kendisidir. Bu parayı tüm ülke ödüyor. Bu talancı projelere yakından bakıldığında ve onu aşamalara böldüğümüzde kar faktörünün iş tesliminden sonra oluşmadığı daha doğrusu bunun çok önemlide olmadığı bariz. Ama bu nokta çok önemsenmiyor. Esas odaklanmak zorunda olduğumuz kar inşaat sürecinde ortaya çıkıyor. İnşaat alanında kol emeği çok ucuz ve inşaat makineleri üreten firma zaten hükümet ile iş yapıyor. Bu makinelere çok büyük paralar bağlandı.Yani bu makineler iş yapmak zorunda. Bu canavarları besleyemezseniz sizi yer.O yüzden sürekli bir şantiye halinde yaşıyoruz. Rakamlarda aslında bu durumu teyit ediyor. Örneğin son on senede ülkenin taşıyıcı sektörü, inşaat ve bağlı olarak, iş ve inşaat makineleri olmuş. Bu alan son on yılda 1,6 milyar dolar yatırım çekmiş. Ve hükümetin özendirdiği yada kerhen ortaklık yaptığı yaklaşık 700 inşaat makineleri ticareti yapan şirket var. Üstelik bunların 200 adedi makine üretiyor..Yani olayın bam teli burada. Esas bu talanda karın oluştuğu aşama bu. Komisyonlar burada bağlanıyor. Helallikler buradan pay ediliyor. Yoksa o havaalanına kışın kimse uçak indirmezmiş bu karayolundan saatte 13 araba geçeceği için yol daha ilk yüz metresinde zararla başlamışmış çok önemli söylemler değil artık.. Kar realizasyonu bu şekilde kuruluyor. Zarar yüklenici firmayı bağlamıyor ki. O payına düşeni alarak bir başka mega(!) projenin ihalesi için kolları sıvıyor. Bu zararı biz ödüyoruz.

Biraz bu konuyu detaylandırır mısın?

Yani şöyle Akp ekonomik alanda başından beri inşaat madencilik ve ulaşım üzerine yoğunlaşan bir parti. Üretimden anladıkları bu. Çünkü sıcak para akışı buralarda ve bu akışın izlenmesi ve denetlenmesi artık çok kolay değil. Son on senede kendi finans oligarşisini inşaat ve yan sanayilerden devşirdi. Çimento sektörü de cabası. Çimento devleri yılda 250 milyar dolarlık bir pasta payına sahip.( Türkiye 10. Sıradan 4. sıraya yükselmiş) Akp işte daha en başından beri bu alan üzerine giderek koruma yasalarını değiştirerek iğdiş ederek, bu sektörlerin işini kolaylaştırarak, finans gücünü oluşturdu. Batı Akdeniz bölgesi daha küçük ölçekli sermaye hareketlerinin örgün olduğu bir bölge. Yani bir kapitalist için harita açıldığında para kazanacağını düşündüğü pek çok alan mevcut.Tek engel, ÇED kararları,SİT kararları, çevreci hareketlerin protestoları ve STK ların hukuki mücadeleleri. Ama toplamda hukuki şartlar kamu menfaatleri aleyhine hükümet yandaşı/paydaşı şirketler lehine oluşturuluyor. Yakın olduğu için Fenike üzerinden bir örnek vermek isterim. Örneğin bu beldede faaliyet gösteren tüm taş ocaklarının ÇED gerekli değildir kararları (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verileri ile toplam 42.994 ÇED kararından yalnızca 32 başvuruya ÇED gereklidir kararı verilirken 39.649 itiraza ÇED gerekli değildir kararı çıkmış) ile Çevre, Orman ve Madencilik mevzuatı problemli olmasına rağmen hukuki süreç tıkanmış, fiili olarak orada faaliyet sürdürülmektedir. Yani Şirketlerin yatırımlarını bu bölgelere kaydırmalarının her türlü maddi temeli hazır. Ve geliyorlar.

Genellikle olayların ekolojik yada ekonomik boyutu ön planda tutularak bir karşı çıkış söylemi oluşturuluyor. Bunun yeterli olduğunu düşünüyor musun?Yani sorunun tüm yüzlerinin ele alındığı konusunda eksiklikler var mı? 

Mutlaka vardır. Ama Ekolojik direnişlerin hukuki süreçlerde yürüdüğü dönemlerde çevre tahribatını dert edinenler ekolojistler oluyor genelde. Bu konuda gerçekten değerli araştırmalarıyla konunun pozitif tarafı olan uzman görüşleri ya doğa tahribatının bilgisini yada ekonomik zararların bilgisini bizimle paylaşıyorlar. Ama toplamda sonuç politik bir mücadele halini alıyor zaten...Eksiklik olarak değil belki ama içinde çırpındığımız bu fason kapitalizm şartlarında altını çizmemiz gereken etmen insanın durumu..O konuda bir eksiklik var bence. Orada sınıfta kalıyoruz.

Biraz açar mısın?

Sadece Çevreyi temel alan hareketler olarak söylemiyorum ama gündemde olan somut bilgiler, istatistikler hep insanı soyutluyor gibi geliyor bana. Bu konuda yeterli birikimim yok ama onbin dekar alanın yok olduğu bir yangında kullandığımız istatistik, geçimini o yanan onbin dekar alandan sağlayan çoban Ali'nin çevresiyle birlikte öyküsünü denklemin içine koyamıyor. Yada tarım alanlarından son on yılda kaybettiğimiz toprak yüz ölçüm....olarak dediğimizde "orada tarım yapan küçük üreticiye ne oldu" sorusu atlanıyor. İşte o denklemi ister istemez kurduğumuzda politik bir çözümü kapitalist ekonomiye karşıt olarak denkleme dahil edemezsek filin kuyruğunu tarif eder dururuz. Bazı araştırmalar son 2,5 yılda 1,7 milyon insanın son 10 yılda da 6 milyon insanın tarımdan o yada bu nedenle el çektirilerek kentlere göç ettiklerini yazıyor. Kentte sonuçlarına ulaşmış bir göçün politik sonuçlarını denkleme eklemek sürecin diyalektik tutarlılığı açısından bence şart. Yani anti-kapitalist olunmadan çevre ile ilgili çözümü üretemiyoruz.Bu nokta tamamen politiktir. Toprağını satan asgari işle sözleşmeli işçi olarak çalışan bir genç köyüne döndüğünde, ata toprağında, tarım tröstlerinin arazisinde, gündelikçi olarak 40 tl ücretle çalışan tarım işçisine dönüşüyor. Yani sosyo-ekonomik yapılar kırda çözülürken yeni oluşan sınıflar çevre felsefesini politikleştiriyor...Kısaca "ekoloji politiktir" 

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız