Kültür

Deniz'e Türküler'i'ni söyleyen Ozan: Turan Parlak

Hem kendini geliştirdi hem direnişlerde yerini aldı hem de dostlarına türküler söyledi. Cezaevinden çıktıktan sonrada müzik yolculuğu devam etti.

22 Ağustos 2017 Saat: 22:18
Deniz'e Türküler'i'ni söyleyen Ozan: Turan Parlak
Deniz'e Türküler'i'ni söyleyen Ozan: Turan Parlak

Ozan Turan Parlak, bu ülkenin diğer ozanları gibi çok acılar çekmiş, belki de daha katmerli zulümler görmüş ama düşüncelerinden ödün vermemiş, direnişi kendine rehber edinmiş bir ozan. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesindeki politik ortamda devrimci mücadeleye katılan,  darbeden altı ay sonra gözaltına alınan ve dört buçuk ay Gayrettepe’deki siyasi şubede sorgulandıktan sonra, Metris Askeri Cezaevine konulan biri. Yargılandığı dava 1984 yılında sonuçlanıca idam cezası alan on bir kişiden biriydi. Yargıtay süreci beş yıl sürdü; yeniden yargılandı ve on beş yıl mahkumiyet cezası verildi. On yıl dört ay süren tutukluluğu 1991 yılında son buldu. Türküler söylemeye ilkokul çağlarında başladı ama sazı eline alışı cezaevlerinde oldu. Hem kendini geliştirdi hem direnişlerde yerini aldı hem de dostlarına türküler söyledi. Cezaevinden çıktıktan sonrada müzik yolculuğu devam etti. Türküler Deniz’i  adıyla bir grup kurmuş ve çeşitli etkinliklerde sahne almaya başladı. Yurt içi ve yurtdışında konserler verdi. Ve aralıksız süren çalışmalarla türkülerini bugünlere taşıyan Turan Parlak, geçtiğimiz günlerde ilk albümü Deniz’e Türküler’i çıkardı.

İşte Ozan Turan Parlak dünden bugüne bu müzik yolculuğunu anlattı.

Merhabalar, öncelikle sizi tanıyalım, kimdir Turan Parlak?

Turan Parlak: 1962 yılında doğmuşum. Ailem, 1973 yılında doğup büyüdüğümüz köyümüzden  İstanbul’a göç etti. Bir yandan okula gidiyor, bir yandan da  minibüs muavinliği, panjur takma, oto koltuk kılıfları ve mobilya minderidikme gibi işlerde çalışıyordum.12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesindeki politik ortamda devrimci mücadeleye katıldım. Bu darbeden altı ay sonra gözaltına alındım ve dört buçuk ay Gayrettepe’deki siyasi şubede sorgulandıktan sonra, Metris Askeri Cezaevine konuldum. Yargılandığım dava 1984 yılında sonuçlandı; idam cezası alan on bir kişiden biri de bendim. Yargıtay süreci beş yıl sürdü; yeniden yargılandık. Sonuç itibariyle, on beş yıl mahkumiyet cezası verildi. On yıl dört ay süren tutukluluğum, 1991 yılında sona erdi. 1993-94 yılları arasında müzik çalışmaları yaptım. O zamanlar adı Türküler Deniz’i olan küçük bir grup kurmuş ve çeşitli etkinliklerde sahne almaya başlamıştık... 1994 yılında, Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde ilk kişisel konserimi verdim. O zamanlar konser verebilmek için bir organizasyon komitesinin olması ve siyasi şubeden, yani emniyetten izin alınması gerekiyordu. Gayrettepe’deki Siyasi Şube’ye gidip izin başvurusu  yapmak istediğimi söylediğimde, beş dakika sonra odaya bir yığın polis damladı ve konseri kim için verdiğim, parasını kime vereceğim gibi birçok soru sordular ve izin ile ilgili daha sonra beni bilgilendireceklerini söylediler... İznin gelmesini beklerken, bilet ve tanıtım için gerekli çalışmaları yapmaya çalışıyordum ama konser tarihine on beş gün kala, iznin henüz verilmemesini göz önüne alarak, tüm çalışmaları durdurdum ve organizasyon komitesindeki arkadaşlarıma, o an’a kadar kime bilet satıldıysa, iletişim bilgilerinin alınmasını ve olası bir iptal durumunda herkesin bilet bedelinin iade edilmesinin sağlanması için hazırlık yapmalarını istedim. Konsere bir gün kala, izin verildiğini öğrendim... Konser günü gelip çattığında, konser vereceğim salonun giriş bölümünde onlarca polisin, kamera kaydının ve telsiz konuşmalarının olduğunu gördüğümde, moralim bozulmadı değil ama sürekli yanıma gelip slogan vesaire atılırsa beni Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne vereceklerini söyleyen ve polis amiri olan kişiye, “Bütün sorumluk bana aittir ama türkü ve şiir dışında bir şey duymayacaksınız,” dedim. Bütün bu baskılara ve konser gününden bir gün önce izin verilmesine rağmen, salonun üçte ikisi dolmuş ve cezaevinde hayalini kurduğum konseri başarıyla bitirmiştim. Bu konserden sonra, yine birçok etkinlikte sahne aldım ve küçük bir  tiyatrodan verdiğim dinletiden sonra, yurtdışına gitmeye karar verdim. Ne sponsorum ne de param vardı! Üstüne üstelik telefonla gelen tehditler de cabasıydı...

Müziğe başlamanıza ve saz çalmanıza neler vesile oldu?

Turan Parlak:Ben türkülerle büyüdüm! Köyümüzdeki tek radyo bizim evdeydi; annem pencerenin önüne koyar, bütün köye yayın yapardı! Çocukluğum köyde geçti; düğünlerde türkü, cenazelerde ağıtlar söylenir; hayatın bu iki zıt kutbuna eşlik eden sevinçlerin ve acıların ortasında büyüdüm. Köyümüzdeki ilkokul öğretmenimizin eşinin adı Emine imiş. O zamanlar “Emine’m Çok Güzeldir Oy” diye bir türkü dillerdeydi. Haftada birkaç kez benden o türküyü söylememi isterdi; ilk sahne deneyimim köyümüzdeki ilkokulun sınıfında gerçekleşti diyebilirim... Saz çalmaya gelince; cezaevinde bolca vakit olduğu için o vakti dolduracak bir meşgalenin olması gerekir. Koğuşumuzda saz çalan bir arkadaşımız vardı. Ona, “Bana sadece bir türkü çalmasını öğret, gerisini ben hallederim,” dedim. Öyle de oldu. “Yürüyorum Dikenlerin Üstünde” türküsünü çalmayı öğrendikten sonra, kendi kendime yüzlerce türküyü ezbere çalıp söyleyebilecek hale geldim. Gerek cezaevinde, gerekse dışarı çıktıktan sonra, bir köşeye çekilip, saatlerce çalıp söylediğim olmuştur. Kendim için çaldığımda, dünyanın en iyi virtüözü bile bana o keyfi yaşatamaz; çünkü ben sazımla birlikte ağlarım, arınırım, yaralarımı sararım. Bir tür katarsis ayini gibidir...

Neden Türk Halk Müziği?

Turan Parlak: Dedim ya, ben türkülerle büyüdüm! Özgün olsun, sanat müziği ya da başka türler olsun, gırtlağıma oturan birçok eseri seslendirebiliyorum ama klasik halk müziğinde felsefe var, psikoloji var, insan var, hayat ve hayatın bütün çelişkileri var! Bu zenginliğin farkına erken yaşlarda varmış olmalıyım. Bir de insanın çocukluğunda dinlediği, sevdiği, ruhuna kazıdığı tınıları unutması mümkün değil. Türküler, sanki çocukluğumdan bana miras kalan en zengin armağanlar gibi geliyor. Bağlamanın sesini duyduğumda, gözüm başka enstruman aramaz!

Albüm yapma fikri kafanızda ne zaman oluştu?

Turan Parlak: Çok uzun zaman önce; muhtemelen de cezaevinde oluştu. Birkaç istisna haricinde, cezaevindeki bütün anmalarda ve etkinliklerde sahne alırdım. Alırdım derken, davet edilirdim. Albüm olmadan önce de kendi mahallemizde sesim duyulmuştu zaten. Yurtdışına gittiğimde de sazım benimleydi. Dost muhabbetlerinde ve canım istediğinde çalıp söylemeye hep devam ettim. Yaş kemale ermeye ya da bir ayağımın her an çukura düşebileceğini hissetmeye başlayınca, elimdeki kısıtlı imkanlara rağmen, albüm yapmadan bu dünyadan göçersem gözüm arkada kalır diye düşünmeye başladım. Kitaplar yazdım, kitaplar çevirdim ama benim gönlüm gözüm hep türkülerdeydi...

Hayalinizi gerçekleştirme konusunda hiç tereddüt yaşadınız mı?

Turan Parlak: İlk profesyonelliğe geçiş girişimim yarıda kaldıktan sonra, bir küskünlük yaşadım ama sadece küskünklükle de açıklayamam; yurtdışına gittim, dil öğrendim, evlendim, çocuk sahibi oldum... Yaşamın getirdiği sorumluluklar ve imkansızlıklar nedeniyle uzak kaldım ama bir insanın yeteneği varsa, o yeteneği kolay kolay öldüremezler. Alfabeyi öğrenen nasıl ki bir daha unutmuyor, yetenek de öyle bir şeydir... Yaşlandım, yoruldum, günde bir paket sigara içiyorum ama saatlerce saz çalıp türkü söyleyebiliyorum. İnsan yeteneğini kaybetmeden hiç tereddüte düşer mi?!

Albüm yapım aşaması hakkında biraz bilgi verebilir misiniz; zorlukları ya da güzellikleri olarak neleri örnek gösterebilirsiniz?

Turan Parlak: Elli beş yaşımda hayatımda ilk kez kayıt stüdyosuna girdim. Müthiş bir heyecan var; ne yapacağını, nasıl yapacağını sana söyleyen biri var ama daha önce hiç yapmadığın bir biçimde, alışkın olmadığın biçimde... Seslendireceğin eserlerin bütün altyapıları ya da enstruman kayıtları yapıldıktan sonra stüdyoya giriyor, kulaklığı takıyor ve söylemeye başlıyorsunuz ama o kadar kolay bir iş değil; heyecanınızı yenmeniz, söylediğiniz tondan çıkmamanız, kulaklığa gelen müzikle senkronize olmanız gerekiyor. Nefes çalışması, ses tellerinin  ısıtılması gibi birçok teknik hazırlığın yapılması gerekiyor. Ben insanların karşısında çalıp söylemeye alışkınım ama stüdyoda bir başıma ve sürekli direktif altında söylemeye alışkın olmadığım için ilk zamanlar konsantrasyon sorunu yaşadım. Bu ilk albüm, bana çok önemli deneyimler kazandırdı. Stüdyoda neler yaşandığını gördüm, yaşadım ve öğrendim. Bu albüm çalışmasının en güzel tarafı; stüdyodan çıktıktan sonra, o günkü kayıtları cep telefonuma aktarıp, eve gidene kadar kendi sesimden türküler dinlemekti. Kendi sesimin bana bu kadar yabancı geldiğini ilk kez bu albüm sayesinde farkettim! Garip bir duyguydu, uzun süre alışamadım...

Bu albümde başarı sağladığınız takdirde, sizden farklı çalışmalar da görecek miyiz?

Turan Parlak: Bir aksilik olmazsa, Ekim ay’ı içinde bir konser organizasyonum olacak. Konser salonunun rezervasyonunu yaptım ama sözleşme bayramdan sonra imzalanacağı için şimdilik adını veremiyorum. Bundan sonraki hayatıma müzikle devam etmek istiyorum. Ömür ve imkan olduğu sürece üretmeye devam edeceğim. Memleketin durumu müzik yapmaya çok müsait değil ama bazılarının hayatı müsait olmayan şeyler üzerine kuruludur. Ben buna hayal ve tutku diyorum. Bu ikisi  olduğu sürece ve mümkün mertebeye odaklandıkça, namüsaitin ya da namümkünün boynu bükülebilir...

Son olarak, nispeten geç sayılabilecek yaşta da olsa, umudunu yitirmeden hayalini gerçekleştirmiş birisi olarak, insanlara verebileceğiniz bir tavsiye var mıdır?

Turan Parlak: İnsan kaotik bir varlık; düşündüğünün, söylediğinin tam tersini yapabilen, bunu hemen ya da hiç bilinmedik bir zamanda yapabilen; düşünceleriyle duyguları arasında sürekli gidip gelen; bazen birini, bazen de ötekisini seçebilen kaotik bir varlık. Hayalinin ya da tutkusunun peşinden koşarken; bir de bakıyorsunuz ki ters istikamette son sürat yol almaya çalışıyor! Mesele şudur; ben yapabileceğime her zaman inandığım bir işe soyundum ve gerçekleştirdim. Bunu çok istediğim ve yapabileceğime güvendiğim için ortaya çıktım. Yeteneğine güvenen asla pes etmez ama zamanlama meselesi hayati bir ölçüdür. Yirmi üç yıl sonra insanların karşısına çıkma kararı vermek kolay olmadı aslında. Neden şimdi sorusuna verebileceğim tek bir yanıtım var: Zamanı gelen hiçbir şeyi durduramazsınız, engelleyemezsiniz. Hayal ve tutku; yetenek ve zamanlama; bunları bir araya getirenler, eninde sonunda muradlarına ererler; ermeseler de yolunda olurlar ki, yolunda olmak da en az menzile varmak kadar kıymetlidir.

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız