Güncel

Oğuz Bilgen: Kapı komşumuz Federico Garcia Lorca

Franko'nun faşistleri insan avında. Federico Garcia Lorca, duvar diplerinde kurşuna dizilen bu insanlardan sadece biridir.

8 Şubat 2020 Saat: 00:01
Oğuz Bilgen: Kapı komşumuz Federico Garcia Lorca
Oğuz Bilgen: Kapı komşumuz Federico Garcia Lorca

HASAN OĞUZ BİLGEN


Demirel'inden Turgut'a, Çiller'inden Erdoğan'a bildiğim bileli, ceberut devletin başından, emekçi halkın sırtından inmeyenlerin, tabi ki "bayrak, ezan, millet" adına yalanlarını ve dahi talanlarını sürdürebilmeleri için, ustaca -utanmazca okuyabilirsiniz- her daim yaptıkları tek hokkabazlık, devlet olanaklarını da kullanarak sapla samanı, at izi ile it izini birbirine karıştırmak oldu.

Bu manipülasyon gerçeğini en iyi bilenlerden birisi de bizim demirci ustasıdır. Arif adam olduğundan elbette. Bilmekle, anlamakla kalmaz, çay molalarında, yemek aralarında yine bizim, kendilerini limon gibi, tıpkı üzüm gibi sıktırmaya alışmış, asla layık olmadıkları muameleleri, nobranlıkları kanıksamış şantiye işçilerine anlatmaya, açıklamaya çalışır. Sendika toplantılarında ortalık yere atıverdiği bilgece/zekice sorularla, oraya merakla toplanan dertli insanların kafaları açan da, sendikacıyı sırtından terleten de çatlatan da yine o "şom ağızlı" adamdır. İroniktir... Sendikacı ile işverenin birleşip can ciğer kuzu sarması oldukları bir ortak nokta da, insanları sarsıp silkeleyip, düşündüren bu kişinin "patavatsız, şom ağızlı" biri olduğudur.

Belediyeci olmazdan önce mahallenin bıçkın delikanlısı, komşu kızların "abisi"dir. Gayrı meşru olmasa da Basmane sokaklarına ve Tepecik kuytuluklarına takıldığı olmuştur. Saf insanları ayaküstü çarpan uyanıkların bildik "perdeleme" oyunlarının tanığıdır. Durum böyle olunca, örneğin son günlerin kabak tadı vermiş teranesi "İstanbul'a Kanal" külünü ona yutturamazsınız. Malum gündem, daha doğrusu birilerinin son aptalca perdeleme çıkışı sayesinde, o artık bir "kanal uzmanı" (!)  
Bıraksanız, tabi dayanabilirseniz  -emlakçı bir kafanın ağız salyası olması dışında- ne idüğü belirsiz konunun saçma sapanlığı üzerine iki cilt konuşabilir. 

Geçen akşam, eşi Elif'in tavşankanı çayı ile iyice koyulaşan sohbetimizin bir yerinde aniden sustu ve kaynak işlerinden kan çanağına dönmüş badem gözlerinde bir takım hınzırca pırıltılar uçuştu.  

Ruhunu bilirim onun; ne hinoğluhin olduğunu... Sanırım zurnanın zırt dediği yere geliyoruz, yapacak yine yapacağını filan diye geçirirken içimden... 

Aldı sazı. Kendi dili, kendi meşrebince vurdu tellere. Ege ağzıyla:

"Bizim oğlan... Asgari ücret, elektrik kazığı, kadın boğazlamaları, edepsiz ihaleler güme gitti... Kurdun dumanlı havasında Fetö kanala, kanal depreme karıştı. Ortalık tozduman. Bu karışık mevzularla ortalık iyice bulanmışken, ben de karmakarışık ve dahi anlaşılmaz bir takım garip rüyalar görür oldum."  

"Eee" diyorum; "Döktür bakalım demirin piri, şantiyede gündüzler yetmedi, geceler boyu Ereğli'de hangi demirleri düzeltiyorsun?"

Durdu. Yutkundu... Yüzü güneş yanığı, elleri demir pası, o koca adam bir çocuk gibi gözlerime çekingen, utangaç baktı:

"Vakit sabahın körü... Emektar saat uyandırasıya çaldı çalacak. Yanı başımızdaki komşunun kapısı yumruklarla sarsılıyor. Yumruklanan kapı bizim Federico'nun kapısı. (Şaşkınlıkla dinliyorum)  Yerlere değin kaputlar giyinmiş, amuzları tüfekli bir takım tekinsiz adamlar, kırk yıllık dert ortağımızı, ekmeğimizi bölüştüğümüzü alıp götürüyorlar.
Yıllar var;  sözüm ona komşu olacak ödleklerin alayı, perde aralıklarından izliyorlar olup biteni. Durulacak an mıdır?  İkirciksiz hızla açıyorum pencereyi, ortalık sinsi ve ayaz.  Puslu hava konuşmamanın, görmemenin, duymamanın kahredici hüznü türünden... Perdelerin ardındakiler gözümde "üç maymun"a dönüşüyor aniden. Komşum Federico, sırtları kaputlu, omuzları tüfeklilerin arasında darbelerle sendeliyor.  Avaz avaz bağırıyorum ardı sıra. (Komşum! Komşum benim! Sana gelen bana gelsin...) 

"Omuzu üzerinden dönüp bakıyor usulca; soğukkanlı, durgun, dingin...  Aydınlık gözlerinin belli belirsiz gülümseyişlerinde (Son iki şiiri Deniz'in defterinin arasına bıraktım. Beni unutmayın.) iletisini okuyorum.

"Celladı ile dalgasını geçer gibi,  sağ elini açık, geniş ve onurlu anlı ile birlikte yukarı kaldırıp daha başka bir şeyler daha söylüyor.  Ne var ki anlaşılmıyor. Dipçikle itilip içine çekilmeye çalışıldığı karanlığa, bir devrimciye, bir halk ozanına yaraşır adımlarla kendisi yürüyüp gidiyor. Ensesinden yere bastırılan Federico'nun yüzünde mutlu, huzurlu bir tebessüm...
.  .  .

Nereden çıktı şimdi bu rüya? Kim bu Federico Arif?  
.  .  .

İlkokulu ite kaka, anne terliği ile bitirmiş demirci ustasının sözleri ders verir gibi:
"Hani şimdi biz söylenene inanan cahil cühela, denileni itirazsız yapan ayaktakımıyız ya... Sihirbazlara, hokkabazlara, perdelemelere, karartmalara kanarız ya!? O zaman biz de alışılmadık bir şeyi, yani tersini yapalım. Kitabın orta yerinden bir bakıma... İç açan, kafamızı açan, aydınlatan, cesaretlendiren, umutlandıran şeyler söyleyelim. Ekmek ve gülden yana. Ya da sıkılmış üzümün şarabından; fincancı katırlarını ürküten güzelliklerden söz açalım mesela. 
(Hala ne demek, ne anlatmak istediğini anlamaya çalışıyorum.) 

"Anlaşılmayacak bir şey yok. Gündemse gündem, orta yerinden dedik ya! Kanmış insan madrabaza inanır. Akıllı insan, akıllı güzel insanlara... Benim komşum güzel insandı. Bu kadar şarlatanlığın, bu denli arsızlığın, pisliğin ve kara yalanın içinde, biz de güzel bir insanı anmış, alakasız bir konuyu ortaya atmış, kafamıza göre bir inceden güzelleme yapmışız çok mu? 

"Alt tarafı rüya deyip geçme; düşlerin de okkalısı, hakikatlisi vardır. Onları da bizden alamazlar ya! Kelamı benim, yazısı senin... Haydi bakalım rastgele." deyip kestirip atıyor; ne anladıysan anladın, ne yazarsan yaz mealinden. Rüya yorumcusu olmak zordur.  Zorbalığın, barbarlığın yaşattığı düşlerin karabasan anlarını dillendirmekse daha zor. Sizi bu işten kurtaransa bilinenin uzun uzadıya yinelenmesinin gereksizliği ve yersizliğidir. Çok kısa:

Bir. 01 Ekim 1936 tarihinde İspanya. Tırmanan militarizmin alacakaranlığı... Franko'nun faşistleri insan avında. Yaşamın hemen her alanında, papazından komünistine herkese karaçalı gibi dolanan şovenizmin azgınlığı karşısında dimdik, onurla duran onlarca, yüzlerce aydın, sanatçı, sosyalist ve savaş karşıtı... Federico Garcia Lorca, duvar diplerinde kurşuna dizilen bu insanlardan sadece biridir.

İki. Federico'nun arasına iki şiirini bıraktığı hayal edilen defterin sahibi ustamızın kızı... Deniz, yenice çiçek açmış erik dalı gibi, cıvıl cıvıl dünyalar içinde. Lise bir öğrencisi. Gülen gözlerinde mükemmel gelecek pırıltıları, yüreğinde hoşgörü ve insan sevgisi, aklında fikrinde yaşlı yerkürenin ve büyük insanlığın başına daha neler geleceği... Şimdilerde kafalarını akıllı telefon ekranlarından kaldıramayan yaşıtlarının içinde pırıl pırıl bir umut ışığı. Ve defterinin arasında çok özel bir sır gibi sakladığı iki şiir:

DÖVÜLEN ÇİNGENENİN  ŞARKISI                                

Yirmi dört şamar!                                                        
Yirmi beş şamar!

Anacığım sarar beni
gece gümüş kağıtlara

Ah, yol muhafızı,
ah, yol muhafızı,
ne olur bir yudum su!

Balıklardan, kayıklardan,
ne olursun bir yudumcuk!

Ah, muhafız komutanı,
ah, muhafız komutanı,
yan gelmişsin odanda!

Hani ipek mendiller,
kurulayın yüzümü!  
.  .  .

LA SOLEÂ

Kızlar Karalar giyinmiş,
düşünüyor, dünya ne kadar küçük
ve yürek ne kadar geniş.

Karalar giyinmiş.
Düşünüyor, iç çekişler, çığlıklar
nasıl da yitiyor rüzgarda.

Karalar giyinmiş.
Açık kalmış balkonundan
şafak vakti,
gökle dolmuş içeri.

Ay! Ah!
Giyinmiş ya, karalar giyinmiş!   
                                       
                                                   Federico Garcia Lorca.


Anlatan Demirci Arif, 02.02.2020, Ekoköy-Seferihisar.

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız