Güncel

Sezai Sarıoğlu: Hem ALTIN hem DAĞLI çocuk: NECDET ADALI

12 Eylül öncesiydi… "İçinden bir şey tut dendiğinden en çok AŞK/ Dışından bir şey tut dendiğinde en çok DEVRİM tutardık" yıllarıydı.

9 Ekim 2019 Saat: 01:07
Sezai Sarıoğlu: Hem ALTIN hem DAĞLI çocuk: NECDET ADALI
Sezai Sarıoğlu: Hem ALTIN hem DAĞLI çocuk: NECDET ADALI

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gözlük ve yakın çekim

SEZAİ SARIOĞLU

Necdet Adalı'yı bir kez gördüm, bir gece vaktiydi. İnsanlık düşmanı faşistlerle sokak sokak, okul okul, kasaba kasaba mücadele edildiği, anti-faşist olmanın değer olduğu yıllarda, Altındağ'da devrimkondu bir evin duvarına yaslanmıştı. “Kitaplara yetişemiyoruz, okuduklarını anlatsana abi” demişti oracıkta. 8 Ekim 1980 günü Necdet idam edildiğinde Samsun'daydım ve aranıyordum. Hem Altın hem de Dağlı çocuktu. Aşk dahil her şeyi devrime benzetirdi. Devrimle arkadaşlık ederdi. Evden en erken çıkan, eve en geç dönen devletin tersi çocuklardandı. Üstü başı merak ve diyalektik kokardı. Devrime heves etmişti. Emanetimiz olan o heves; bizim mahallenin aşkıyaları için yanlış yaşamama, yanlış yaşlanmama makamıdır, şimdi...

Ben onun mahalle arkadaşlarının yalancısıyım... Her biri çocuklukları kısa, ölümleri uzun süren, Devrim'in buluğ çağında çocuklardandı. Altındağ'da, İhsan Sungu İlkokulu’nun hemen arkasındaki Ziraat Mahallesinde otururdu Necdet’giller. Okulun tam karşısındaki Haydar ağanın gecekondularından oturanlarla “paylaşım sorunu”ndan kavgalar çıkar. Onların komutanı 'sarı' denilen Necdet, diğerlerinin Enser'di. Necdet sekizlik yuvarlak demirden kılıçla, Enser tahta baltasıyla savaşırdı .

Devrimci olduktan sonrasındaki hikâyesi, tarihe ve halklara malum. Örgüt sorumlusundan sabah akşam teorinin gerekliliğini dinleyen; “kitle önünde mat olmamak için” de okumak zorundaki asilerden biriydi. Yıllar sonra içeriden dışarıya kitap okumaları için haber gönderen okuryaşar çocuktu. Mahalle ve siyaset arkadaşı celali Suat'ın anası için Necdet, Kurtuluş'un “sarı”sı da olsa “Ayhan’ın gardaşı”ydı... Gözlerinin renginden dolayı “boncuk”tu. Davudi sesli Yaşar Özel’e öykünerek şarkılar söyler; en çok da, “Küçük suda gördüm seni, gözlerinden bildim seni” diye başlayan, Tamburi Mustafa Çavuş'un Şehnaz Buselik şarkısını severdi. Gönül tellerini titreten sevdiği kızı bulmak tarihçilerin işidir.

Okul dışında çıraklık yaparken haftalığını almadan devrim için işten çıktı. 1 Mayıs 1977 katliamı sonrasında Kurtuluş'un yayımladığı özel sayıdaki Necdet’in pazubantlı resmini bulmak devrime dahil. Bir arkadaşı, onu ya yazıda ya afişte ya da bir çatışmada sürekli “hareket halinde” gördüğünü söylüyorsa, tarihin ortasında durup, bugünlerdeki “teorik ve pratik” hareketsizliğimizi düşünmeli. Orta Çarşı'nın orada “gazozuna” maç yapan, cami duvarına yazı yazdırmayan çocuk. İdam edildikten sonra, abisi Ayhan'ın, Sakarya Caddesi'nde “Necdet Adalı ölümsüzdür” diye bağırmayı gelenek edinerek “teşkilatın” duyarsızlığına kırgın ölmesi de geçsin zapta.

12 Eylül sabahıydı. İnsanlar korkudan kısaltılmıştı sanki. Tankların ve askerlerin muvazzaf sesleri arasında, sokaklarda, şehirlerde korkuya rastlayan kuşlar, devletten huylanarak göğün en uzağına uçmuşlardı. Tek olmak çok olmaktı. Tek’te çok’u, ben’de biz’i temsil etmenin sıratındaydı Altındağlı Necdet. Okuduklarından bilirdi; kendi olma bilgisi ve bilinci o an’da sınanırdı. Enternasyonalizm o an'da, o kişide temsil edilirdi. “İlk”ler önemliydi insan hayatında; ilk aşk, ilk devrim, ilk bildiri, ilk kitap, ilk alıntı, ilk film... İlk ölmek, ilk idam edilmek önemliydi. Devrim o anda, o ilk'te temize çekilirdi. Tüm temsil biçimleri, tüm alıntılar, tüm duvar yazıları o anda, son mektubunda yazdığı “Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içerisinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum.” diye başlayan o ilkson mektupta özetlenirdi. O ilk an'da, teoride doğru söyler pratikte şaşar, konumuna düşüp kendine yenilme, dünya görüşüne mahçup olma ihtimali de vardı... ( “Şimdi bilmiyorum, bakalım, ilk ne zaman ölürüm...” [Turgut Uyar])

Bir İtalyan atasözü, “Her şeyden biraz kalır” diyor. Geçmişi bugüne, bugünü geçmişe çağırarak devrimci olmanın devrim olamamanın hevesiyle söylersek; kaç devrim, kaç kitap, kaç aşk yılı yaşamıştır Adalı... Kaç devrimin hevesi kalmıştır içinde?

Şimdi, Necdet'in hikâyesini anımsarken sorulması gereken soru, şu dizelerde de gizli: "bu çocuk kime çekmiş, diye sorar komşular/ benden duymuş olun, çekmişse kendine çeker..."

Sahi bu çocuk kime çekmiş...
Çekmişse DEVRİME çekmiş...

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız