Tiyatroda 47 yıldır kapanmayan perde, eğilmeyen baş: Esatoğlu

23 Eylül 2016 Saat: 18:40

RÖPORTAJIN VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ

https://www.youtube.com/watch?v=W-dRUW2vLqs

Tiyatro Simurg Genel yayın Yönetmeni ve tiyatro oyuncusu Mehmet Esatoğlu ve Tiyatronun kurucusu ve  ünlü tiyatro oyuncusu Hale Üstün, hem tiyatro yaşamlarını, tiyatronun kuruluşlarını, oyunlarını, tiyatro anlayışlarını hem de son dönem ülkemiz tiyatrosunda adından sıkça söz ettiren “NEREDE BU ADALET” isimli oyununu anlattı.

Biliyoruz ki, yönetmen, oyun yazarı, oyuncu Mehmet Esatoğlu, ülkemiz tiyatrosunun 47 yılına damgasını vurdu. Hiç sahneden ayrılmadı, perdelerin kapatmadı.  Tiyatromuzu sadece salonlara değil, sokağa taşıyan bir özelliğe sahipsiniz…Ve 20 yılını dolduran tiyatro Simurg, tiyatro’da hem değişik hem ilklerle anılıyor…Esatoğlu’nun tiyatro serüvenini anlatır mısın?

MEHMET ESATOĞLU: 1969 yılından buyana tiyatro yapıyorum.47 yıla doğru gidiyorum. Tiyatronun en coşkulu olduğu dönemlerde tiyatroya başladım. İstanbul’da her akşam yaklaşık 70 perde açılıyordu. Türkiye’nin dört bir yanında tiyatrolar turneler yapıyordu. Tiyatro yeni yeni yollar arıyordu. Örneğin Vasfi Öngören, yeni bir tiyatro yaratma adına ‘Asiye Nasıl Kurtulur’ oyununu yazmıştı. İnsanlar akın akın tiyatro ve sinemaya koşuyordu. Yılmaz Güney ilk filmlerini yapmaya soyunuyordu. Değişik değişik yazarlar, Oktay Arayıcı ve Haldun Taner gibi yazarlar oyunlar yazıyorlardı. Cap canlı Türkiye’de cıvıl cıvıl bir tiyatro ortamı vardı. 68 rüzgarı esiyordu. Biz liseli gençlerdik. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Beyazıt’ta emperyalizme karşı yürüyorlardı. Bizlerde peşinden koşuyorduk. Bir gün yine lisedeydik, 15-16 haziran işçi sınıfının eylemleri her tarafta ses getiriyordu. Bizim oynadığımız 0 günlerde tiyatro vardı ama tiyatroda başka bir slogan da  vardı: “Her Yer Sahne”. Devrim için Hareket Tiyatrosunda ışıl Özgentürk bunu ortaya atmıştı. Mehmet Ulusoy işçinin Tiyatrosu Topluluğu’nu kurmuştu. Ta Adana, Tarsus’ta Haşmet Zeybek Tarsus Sokak Tiyatrosu ile meydanlarda, köylerde oyunlarını oynuyordu ve onlar gibi onlarca sokak tiyatrosu vardı. Biz de geleneği böyle öğrendik. Örneğin Turgut Özarkman’ın ‘Darılmaca Yok’ gibi kısa oyunlarını oynuyorduk. Bir yandan da sahnelerde o günlerin sorunları konuşuluyordu. Örneğin İstanbul’a köprü yapılmalı mı, yeni yeni köprü köprüyü doğurur mu diye oyunlar…İşte insanlar nasıl haklarını arayacak, nasıl ezildiklerini anlatan oyunlar vardı. İşte o günlerde başlayan büyük macera ara ara kesintilere uğradı…12 Mart’a gelindi. O güzel insanlar darağacına çıkarıldılar…Düşüncelerinden geri adım atmadılar…İnsanlar hapis yattılar. 1974 sonrası ise yeniden politik ortam hareketlendi. Tam yeni güzellikler doğuyordu ki, işte biz de o dönem ülkenin her yerinde oyunlar oynuyor, Topkapı, sungurlar ve Enka gibi grevlerden grevlere koşuyor ve oyunlar oynuyorduk ki, 12 Eylül karabasanı çöktü üzerimize. Fakat amatör tiyatrolar darbenin orta bir yerinde ilginç bir tutum aldılar ve susmadılar. Sarıyer’de Boğaziçi Amatör Tiyatrolar Şenliğinde onlarca tiyatro biraraya geldiler. Dedik ki ne yapalım? Perde mutlaka açılacak, sahne sözünü söyleyecek dedik ve başladık oyunlar oynamaya. Liseli gençler vardı, oyun oynamak istiyorlardı ve onları da aramıza aldık. Ve o dönem inanılmaz oyunlar ortaya konuldu.

BÜYÜK DENEYİM: İSTANBUL SAHNESİ

Örneğin Kadıköy’de 57 genç biraraya gelerek Fakir Baykurt’un ‘Kaplumbağalar’ını sahneye koydular ve o karabasan günlerinde inanlar gelip gözyaşları içinde gençleri izliyorlardı. Sonra bu gençler okullarını bitirdiler ve çeşitli guruplar kurdular. Bu iddialı guruplardan biri de ‘İstanbul Sahnesi’ydi. Ben de bu gurupta yer aldım. İstanbul sahnesi 1985 yılından 1999 yılına kadar sadece ülkede değil yurtdışında da oyunlar sergiledi. Yılmaz Güney’i konu alan ‘Şarkımız Güney’e Dair’, 12 Eylül’de Diyarbakır cezaevi işkencelerini anlatan ‘Ateş Tene Değende’ gibi, deniz Gezmiş’leri anlatan ‘Bir Gün deniz Gibi’ gerçekten de müthiş oyunlar oynadık.1997 yılında değerli oyuncu hale Üstün yeni bir topluluk kurma ihtiyacı duydu. Bu serüvenimizi de tiyatronun Kurucusu Hale Üstün’e bırakalım…

ADINI EFSANE 30 KUŞTAN ALDI

HALE ÜSTÜN: Tiyatro Simurg 1997 Kasım’ında dünyaya geldi. Tiyatro Simurg 30 kuştan feyz alarak, adı yaşatma adına Simurg olarak  günümüze kadar devam etti. Bu süreç içinde Nazım Ormanında Gündüz gece, Sözcükler Can Yücel’i özler, Eşekler Adasında İnsanlık Aranıyor ve Nerede Bu Adalet gibi oyunlarını sahneledi.

VASIF ÖNGÖREN, BERTOLT BRECHT GELENEĞİNDEN GELİYORUZ

MEHMET ESATOĞLU: Tiyatro Simurg’da yer alan insanlar gerçekten değişik bir anlayış getirdiler. Kendi metinlerini kendileri yazıyor. Yine 1960’ların geleneği olan sokaktaydılar. Ne kadar grev  varsa oyuncular oraya koşarak emekçilere oyunlar oynadılar. Yine Türkiye ve dünyanın onurlu aydınlarının biyografilerini sahnelere taşıdılar. Çünkü, 1990’lardan sonra kültürel dibe vuruş başlamıştı. Geniş gençlik yığınları, geniş halk yığınları müthiş bir medyatik bombardıman altındaydı. Şöyle, bir mankenle birkaç gün birlikte olmuş bir işadamının adı biliniyordu ama dünya edebiyatına büyük katkılarda bulunmuş bir Maksim Gorki’nin adı gerilerde kalmıştı. Bir Bertolt Brecht geri itilmeye, ne kadar yoz isim varsa öne itiliyordu. Buna karşılık, insanlık tarihine damga vurmuş, İnsanlığın eşit ve özgür olma düşlerini ortaya koymuş sanat, politika ve bilim insanlarını anlatan oyunlar yaptık. Yine şair kemal özer gibi  bir çok yazar ile yanyana durduk Kemal Özer bir şairdi ve oyunlarını sahnede görmekten mutluluk duyuyordu. Birlikte üretimler yaptık, karşılıklı önermelerde bulunduk. Sivas yangını Tiyatro Simurg’un hiç gündeminden düşmedi. Her iki yılda bir Sivas’ı anlatan oyunlar yaptık.

SANAT ADINA DEVLET VE SERMAYEDEN DESTEK ALMAYI DOĞRU GÖRMÜYORUZ

Nasıl bir tiyatro anlayışı ile hareket ediyorsunuz? Sizi farklı kılan nedir?

Bizim Tiyatro anlayışımız şöyle ifade edebiliriz.  Türkiye’de tiyatro Cumhuriyet döneminde var edilmeye çalışılırken, devletin resmi çatısı altında bir sanat var edilmeye çalışılmış. Uzun yıllar böyle devam etmiş. Sanatın yapısında muhaliflik vardır. Fakat bu sanat maddi kaynağını muhalif olduğu yapıdan almak durumunda olduğundan inanılmaz çelişkiler yaşanmış. Örneğin Türkiye Tiyatrosunu var etmeye çalışan Muhsin Ertuğrul dönem dönem çok basit konularda engellerle karşılaşmış, büyük engeller karşısına çıktığında da şapkasını alıp gitmek zorunda kalmıştır. Bunlar her defasında tiyatroyu büyük çıkmaza sokmuş, büyük sıkıntılar yaşanmış. Biz 1997’de devletten ve sermayeden yardım almayacağız, cebimizde kaç kuruş varsa onunla tiyatro yapacağız diye karar aldık. Görünenin ardındaki görünmeyeni her zaman arayacağız dedi. Yardımla yürüyen tiyatrolar, Ak Parti iktidara gelince ve muhalif oldukları için yardımları kesince bu tiyatrolar tam anlamıyla duvara tosladılar. Perdelerini kapadılar. Bizim böyle bir sorunumuz yoktu. Bu kez sponsor aramak için sermaye kuruluşlarının kapılarını çalmaya başladılar, sermaye kuruluşları da onlara biraz muhaliflikten geri adı atarsanız, şöyle yaparsanız, böyle yaparsanız deyince, bu kez sahnelerde içi boş kof oyunların sesi gelmeye başladı. Bu oyunlarda insanlarla buluşamadılar. Türkiye’de çok önemli gerçekler yaşanıyordu. Oysa emekçiler eziliyor, ezilen ulusların canı çıkarılıyor ama sanki böyle bir şey yokmuş, bunlardan bihaber sahne vardı. Biz devletin de sermayenin de desteğini redderek, kendi düşündüğümüzü, kendi yapmak istediğimizi var etmeye başladık. Bir Vasıf Öngören vardı ve Bertolt Brecht yönteminin Türkiye orijinalitesine diyalektik uyarlamasını öngörüyordu ve bizde bu yoldan gitmeye başladık ve tiyatro anlayışımızı böyle kurmaya başladık.

KENDİ OYUNUMUZU KENDİMİZ YAZIYORUZ

Oyunlarınızı nasıl hazırlıyorsunuz?

Oyunlarımızı şöyle hazırlıyoruz. Kendi aramızda oturup konuşuyoruz. Son oyunları yaparken özellikle son yıllarda ülkede ve dünyada büyük bir adalet sorunu yaşanmasını ele aldık.  O iki terazinin biri aşağıda. Gerek tarih boyunca gerek günümüzde bir adaletsiz uygulamanın insanın hayatını nasıl kararttığını, idam sehpasına, ya da elektrikli sandalyeye nasıl götürdüğünü görüyoruz. İşte bunları, dünya ve ülkemizdeki adaletsizlikleri kendi aramızda konuşurken, Sokrates’ten Gezi direnişinin Dolmabahçe müezzinin uğradığı haksızlığa kadar,  her darbede bedel ödeyenlere kadar tüm yaşanmış hikayeleri  birleştirdik ve adına da Nerede Bu Adalet’ dedik.

Bu oyunumuzla 25 Eylül Pazar günü Kadıköy kültür Merkezi’nde bir kez daha perde açacağız.

RÖPORTAJIN VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ

https://www.youtube.com/watch?v=W-dRUW2vLqs

YORUMLAR

Bu Videoya Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Videoyu Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız