Kültür

Hasan Oğuz Bilgen: Diyelim ki doğum günü 24 nisan

Özellikle çocukların “neşe” dolduğu 23 Nisan günleri alışılmışın dışındadır kimileri için…

24 Nisan 2019 Saat: 00:04
Hasan Oğuz Bilgen: Diyelim ki doğum günü 24 nisan
Hasan Oğuz Bilgen: Diyelim ki doğum günü 24 nisan

HASAN OĞUZ BİLGEN

Özellikle çocukların “neşe” dolduğu 23 Nisan günleri alışılmışın dışındadır kimileri için… Buruktur örneğin, acılı ve hüzünlüdür. Çocuk ruhunda travma derecesinde, nedeni/mantığı açıklanamayan, anlamlandırılamayan korkuları taşır kimi kez.

Yeni yetmeliğinin deli dolu günlerinde, caddelerini, sokaklarını eylem adımları ile arşınladıkları, tekinsiz gölgelerle köşe kapmaca oynadıkları kentin ilkyaza göz kırptığı, kıpır kıpır bir nisan gününde doğar bebek… Cümle ahalinin “Şehzadeler Kenti” olmakla övünüp, yine hatırı sayılır bir çoğunluğunun “Osmanlıya yakışır biçimde” kibirlendiği diyarın merkez köyü Horozköy'dür içine düştüğü çukur… Bu göz açış, elbette dünyanın Erivan’ında, Tokyo’sunda ya da dilini, iklimini bilmediğimiz her hangi bir kuytuluğunda gerçekleşebilecek hasbelkader bir durumdur.

Bebeğin bayraklarını açarak aynı odada uyuyan kardeşlerini uyandırdığı an, yeni günün ilk saati, mekansa okulun eski lojman binasıdır. Köy, tipik bir Anadolu sofuluğundadır. Bu doğal taşra tutuculuğu elbette anlaşılabilirdir. Kentin yerleşik halkının ve çarşı esnafının, köyün pamuk ninelerinin, pamuk dedelerinin tersine, neden daha bir kara sakallı ve kötümser -hatta kötü- bakışlı olduğunun ayırtına, ortaokula başladığı yıllarda azda olsa varabilecektir. Birbirini izleyen yılların, her nedense hep nisan ayına rastlayan günlerinde, içinde donup kalmış üç fotoğraf karesinin verdiği rahatsızlık dünyaya ve insana bakışını biçimlendireceğini kim bilebilirdi?

.  .   .

Zaman 1960'lı yılların sonudur.

Çocuğun gözlerinden hiç gitmeyen, belleğinin labirentlerinde canlılığını hiçbir koşulda yitirmemiş olan o ilk fotoğrafdır.

Yer, milliyetçiliklerini yere göğe sığdıramadıkları hatırlı ve bol akçeli eşraf takımından beyefendilerin, hanımefendilerin kibirlenip, yine “Osmanlıya yakışır" biçimde, mehter marşı ve afrodizyak beklentisinden başka bir nane olmayan mesir macunu ile övündükleri yerdir.

İlk fotoğraf karesinde, sürekli homurdanıp küfürler eden ve sayıları giderek artan, elleri satırlı, sopalı ve sıkılı yumrukları ile kontrolsüz, nefret dolu bir kalabalık vardır… Sevgiden ve hoşgörüden nasibini almamış öfke selinin hemen önünde ablası yaşında mini etekli, hayli korkmuş ve koşar adım bir genç kız. 

İlk bakışta öfkeli taciz mini eteğe gibiymiş gibi görünse de, asıl olan insan onuruna, özgür insan olgusuna olan salyalı nefrettir.

Kız, gemi azıya almış güruhun elinden kendisini son anda kurtarıp, soluğu kentin tek banka şubesi olan (x) bankasının eski binasında alır… Yaşayanlar, tanık olanlar bilecektir ki, kudurmuş selin önünde sadece tek bir kişi durur. Elinde yuvarlak börek bıçağı ile dikilerek, çarşının tek yürekli, değer bilir, hoşgörü sahibi ve de aydınlık esnafı olduğunu kanıtlayan börekçi Abdurrahman…

.  .   .

Çocuk bir gün önce, okuduğu ilkokulun 23 Nisan İzci Grubu içinde, aynı caddede trampet çalarak yürümüştür. Ünlü yazarın 'Vurun Kahpeye' öyküsünü çağrıştıran olayın olduğu günse 24 Nisandır.

.  .   .

İkinci siyah beyaz fotoğraf:

 Sarışın çocuk, ilerleyen yılların yine bir 23 Nisan Bayramı sonrasında, bankaya sığınan mini etekli kızın yüzündeki korkuyu ve çaresizliği, bu kez üniversitede okuyan bir ağabeyin gözlerinde görür. 

Serin bir nisan akşamıdır… Durmuş, ancak çalışır vaziyette bir otomobilin ölgün far ışıklarının önünde, yere yatırılmış üniversiteli bir gencin uzun saçları, yine öfkeli bir kalabalık tarafından makasla diplerinden kesilmektedir. "İbret olsun" mealinde, ortalık yerde "saç kesme işlemi" sona erince, arbedenin orta yerinden fırlayan resim hayli travmatiktir. Final sahnesinde kara suratlı kızgın adamlar gence "Osmanlı" tokatları ile “son dersini” verirler. Ardından, o an, orada anlayamadığı, yaşamında ilk kez duyduğu sinkaflı ve muhafazakar laflar edip, bir takım "dini nasihat"lerde bulunurlar. (Sözcükler, mahalli gazetede çıkan ilgili haberdeki sözcüklerdir.)

.  .   .

Hiçbir karanlık, hiçbir iç sıkıntısı sürgit yakanıza yapışıp, ayaklarınıza tıpkı bir kara çalı gibi dolaşıp durmaz… Kimi puslu, sisli günlerin karabasanlarının sonrasında pırıl pırıl bir güneşin açtığı da olur. 

Bir 24 Nisan gününde Köy Enstitülü baba, tıfıl öğrencinin çocuk ellerine, dünya edebiyat klasiği 'Suç ve Ceza' romanını bırakıverir. "Al bu kitabı, oku" der, "Okuyup bitirdiğinde ise, soru sorup sınayacağım. Notumu verdiğimde, sen de bundan böyle, her daim okuyan, soru soran, sorgulayan, araştıran, aklını çelen olaylara körü körüne inanmayan bir insan olacaksın!" 

Okur, bitirir... Rodion Romarovich Raskolnikov'un yaşlı kadını neden öldürdüğünü anlamasa da, bir insanın canına kıymanın nasıl korkunç bir vahşet olduğun gerçeğini yüreğine, bilincine yazacaktır. İlerleyen yıllarda 'Suç ve Ceza'nın ve elbette Köy Enstitülü babanın etkisiyle dünya görüşünün, dünyaya bakış açısının merkezine insanı ve insan onurunu oturtacaktır. 

Ve ortalık ışıyacak, giderek büyüyen, genişleyen dünyası aydınlanacak, renklenecektir. 

.  .   .

Son siyah beyaz fotoğraf: 

Resim net, yaşamın kendisi anlaşılmaz ve karmaşıktır.

Zıtlıkların ve karşıtlıkların bir araya gelmesiyle derinleşir, zorlaşır. Ne var ki, bir o kadar da zenginleşir, güzelleşir. Öğretici olur, deneyim ve hoşgörü sahibi yapar. 

Ergen gözleri, ikinci kez okuduğu Dostoyevski’nin dizelerinde, aklı ise kentin en büyük ve en göze çarpan alanında, derme çatma kurulmuş, kentin grevci temizlik işçilerinin yoksul çadırlardadır.  

Babası dışında herkes, o çadırlara yaklaşmamalarını ve yakınından bile geçmemelerini tembihler. Kentin gökyüzünde soğuk rüzgarlar eser… Hava kurşun gibi ağırdır. Güncele dair, resmi ağızlardan yapılan açıklamalar, Spil dağının soğuğu kadar dondurucudur:  "Çadır kuranlar, yöneticilerine baş kaldırmış, devlet-i aliye isyan etmiş baldırı çıplak ayak takımıdır."  

Çocuk belleğinde iz bırakan açıklamaların en çarpıcısını, en ürkütücüsünü okulun hademesi yapar: Çadırlarda kalanlar “Ermenidir”… 

Onlara asla ekmek, su filan götürülmemeli, anlattıklarına, söyledikleri yalanlara kulak asılmamalıdır. Çocuk, inadına çadırların içindeki yaşamın nasıl olduğunu, orada neler yaşandığını, acınası kılıklı insanların neden ortalık yerde çadır kurup ateş yaktıklarını, evlerinde, ailelerinin yanlarında olmadıklarını düşünür. 

Çok geçmez... Onunla birlikte birçok insan, o çadırlarda kalanların Ermeni olmadığını, haklarını alabilmek için greve başlayan, aştan işten başka bir dertleri olmayan kentin belediyesinin temizlik işçileri olduklarını öğrenirler. İlerleyen günlerde bu doksan işçinin 44 gün sürecek 930 kilometrelik Ankara yolunu yalınayak yürüdüğünü tüm kent duyar.

.  .   .

Enstitülü babanın deyişiyle, “Nisan ayı muhteşemdir. Doğanın, börtü böceğin uyandığı günlerdir.”1 Nisan, insanın kendisi ve başkaları ile barışık olduğunu kanıtladığı, kendisini ve diğer insanları hoş gördüğü bir gündür. Ol nedenle 'Nisan balığı' şakasının tadına doyum olmaz…

Köy Enstitüleri’nin kuruluş tarihi olan 17 Nisan, bozkırdaki aydınlanmanın, umudun çekirdeği, büyümesine kök salmasına izin verilmeyen yalnızlıkta açan kır çiçeğidir.

23 Nisan, ezilen ve sömürülen Anadolu halklarının kısa da olsa rahat bir soluk aldığı, saltanatın ve bağnazlığın kör karanlığından sıyrılıp, özgücünün ayırtına vardığı ve de tünelin ucunda nihai kurtuluşun ışığını gördüğü tarihtir.

Ne ki günlerden 24 Nisan'dır;  çocuk şiirlerindeki 'insanın neşe dolduğu' 23 Nisan'ın hemen sonrasıdır.

24 Nisan, büyünün bozulduğu tarihtir. "Kral Çıplak"sa "Çıplak"tır. 

Onun donla mı atletle mi kaldığının, anadan üryan mı olduğunun, 

Çoluk çocuk çöllere sürülen, ateşe, sırtlanlara, Hamidiye Alayları'nın önüne atılan Ermeni vatandaşlarının, kaçının soğuktan, sıcaktan, mermiden, açlıktan, susuzluktan, kılıçtan, paladan öldüğünün,

Ölü sayının beş yüz bin mi, bir milyon mu, bir buçuk milyon mu olduğunu eveleyip gevelemenin,

Bu cehennemin adının vahşet mi, katliam mı, tehcir mi, soykırım mı olduğu konusunda yapılan laf ebeliklerinin, pek de kıymeti harbiyesi yoktur.

Ne ki, 24 Nisan'dır.

Kıyıma, kırıma ve dahi tüketilmeye, yok edilmeye, soyunun sopunun, köklerinin kazınmasına reva görülen bir kadim Anadolu halkının acıları, Talat Paşa’nın Cercle d’Orient Kulubü’ndeki akşam yemeği sonrasında, milletvekili Krikor Zohrap efendinin yanağına kondurduğu ölüm öpücüğünde gizlidir. (Vedat Türkali. Bitti Bitti Bitmedi.) ( x )

.  .   .

Nisan ayı ne hoş, ne de güneşlidir. Doğasıyla kımıl kımıl, insanıyla cıvıl cıvıldır. Bir o kadar da zordur, kasvetlidir. 1915 yılının Deyr Ez Zor'un da, Urfa yollarında ne zordur hayat... Suriye çöllerinde, geç bestelenmiş içli bir şarkının hüzünlü dizeleri sızılanır. Güfte her şeye karşın, onca tehcire karşın, yalnız kendine sitemkardır. Yine de "şikayet" etmez, nefret dili, düşmanlık içermez. (xx)

Adı Sarkis'tir... Acılıdır, yine de temkinli, tutumunda ölçüyü, önlemi elden bırakmayandır. Bestekardır. Aylardan nisandır; ah ne zordur... Deyr Ez Zor ne menem bir zordur?!

Ne zordur atom çekirdeğini parçalamak. Ön yargılardan, nefretin tutsak eden ruhundan, öfkenin karaçalılarından aklı, paçayı, vicdanı kurtaramamak?

.  .   .

“Tanrım, ne zordur, sigara denen şu illeti bırakmak, terk etmek!.." saplantısının yanı sıra, oysa ne kolaydır barışabilmek, motorları maviliklere, barışın ve kardeşliğin sularına sürebilmek.

Yine de resmi tarih anlayışının cenderesinden ötürüdür, 1915 yılının nisan ayında, Hozat-Ergen köyü Kayışoğlu Yarması’ndan salkım saçak ölüme uçan insan kalabalığında, annesinin eteklerine yapışmış bırakmayan kız çocuğunun yattığı ölüm uykusundan uyanamamak? ( a.g.y. Vedat Türkali )

Her şeye karşın, her şeye karşın… 

Kırılan cam, yıkılan çit için komşudan özür dilemek. Sen de beni bağışla komşu... Komşum benim... Kızını kızım bellediğim, oğlumu oğlun bellediğin. Gel eskisi gibi olalım, gülelim eğlenelim. Egemenlere, padişahlara, saltanatlara, saraylara inat, eskisi gibi yine kız alalım kız verelim.

.  .   .

Ne zordur, bu günleri de gördüm diyebilmek.  Ağız dolusu gülebilmek.  Ah, insana ne de güç gelir, doğum gününün 24 Nisan olması.  Ve dahi, hem o ilkyaz uyanışlarının muhteşem, hem alacakaranlığın karabasan günlerinden, 24 Nisan'da doğmuş olmak.

Ez cümle, sarı çocuk "Doğum günün kutlu olsun" diyebilmek.

Hasan Oğuz Bilgen, 24 Nisan 1915, Dağlararası-Sıcakdere

 

( x )   BİTTİ, BİTTİ, BİTMEDİ. Vedat Türkali. Ayrıntı Yayınları.

( xx ) Kemani Sarkis Efendi'nin nihavend bestesi.

      

Kimseye etmem şikayet

Ağlarım ben halime.

Kimseye etmem şikayet

Ağlarım ben halime.

Titrerim mücrim gibi

Baktıkça istikbalime.

Titrerim mücrim gibi

Baktıkça istikbalime.

Perde-i zulmet çekilmiş

Korkarım ikbalime.

Perde-i zulmet çekilmiş

Korkarım ikbalime.

Titrerim mücrim gibi

Baktıkça istikbalime.

Titrerim mücrim gibi

Baktıkça istikbalime.

 

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız